ANADOLU SEYAHATİ, Ağustos-Eylül 1980


Hocamızdan, ehibbâdan (Seyyid Abdülhakîm Arvasî’e kuddîse sirrûh intisap etmiş, talebesi olmuş kimseler böyle anılırdı) Van, Müküs, Arvas hakkında çok şey dinlemiştik. Seyyid Abdülhakîm Arvasî hazretlerinin küçük oğulları rahmetli A. Münir Üçışık efendiden de çok şeyler duymuştuk; “Fakat” derdi, “gidecek olursanız yaz aylarında gidin. Güze kalırsanız Müküs’ü, Arvas’ı göremeyebilirsiniz. Yollar dokuz ay karla kapalıdır” diye tembih ederdi. Büyüklerimizin yaşadığı, ayak bastığı o yöreleri görmek, havasını teneffüs edebilmek iştiyakımız iyice artmıştı. Resûl İzmirli kardeşimle karar verdik, yaz tatilinde ailelerimizle birlikte arabayla bir ANADOLU TURU yapalım. İzmir, Kütahya, Eskişehir, Ankara, Yozgat, Sivas, Erzincan, Erzurum, Ağrı kuzey güzergâhından Van’a varalım. Sonra Bitlis, Muş, Elazığ, Malatya, Kayseri, Nevşehir, Konya, Karaman güney hattından İzmir’e dönelim, diye plan yaptık.
12 Ağustos 1980 Ramazan Bayramının birinci günü (1 Şevval 1400 Hicrî ). Yola çıkacak şekilde hazırlıklarımızı tamamladık. Ama sabah erkenden İzmir’deki dostlarımızla bayramlaşıp, dualarını ve gideceğimiz yerlere selâmlarını alıp, vedalaştık.
Artık ilk hedef, Bağlum’da Efendi Hazretlerinin kabrini ziyaretle, nasibimizde olanı almak, bereketlenmek. Yüce Rabbimiz istemeseydi, istek vermezdi. Bize bu isteği verdiği için ne kadar şükretsek azdır. Ve o Allah dostları, velî zâtlar çekmezler ise yanlarına varılamazdı. Onlar çekiyorlar ki, o yoldayız…

17 Ağustos 1980, Ankara’da Bağlum’da Seyyid Abdülhakîm Arvasî (kuddîse sirrûh) kabrini ziyaret ettik, Onlara ve orada yatanlara Fatihalar okuduk.  Sanki ezelden âşinayız. Kendimizi baba kucağındaki bebek gibi hissediyoruz, umutla kanatlanmışız. İlk defa gideceğimiz bundan sonraki yollar ve meçhuller bizi hiç tasalandırmıyor.
22 Ağustos Erzincan’dayız. Günlerden Cuma. Mübarek hocamız H. Hilmi efendiler vaktiyle burada Askerî Lisede hizmet yapmışlar. Bilenlerden sorduk ve sıkça namaz kıldıkları Camii Kebîr’de namazlarımızı kıldık.
Vaktiyle(hicrî 9. milâdî 15. Asır) Pîr Muhammed Halvetî hazretleri bu yöre halkını irşâd etmişler. Cumâ günleri Erzincan'a gelir, Câmi-i Kebîrde insanlara va’z ve nasîhatte bulunur, hikmetli sözler söylerlermiş. Cami yakınındaki kabirlerini ziyaret ettik.
Erzincan deyince 19. Asır âlim ve velîlerinden Terzi Baba diye bilinen Hayyat Vehbî(rahmetullahi aleyh) hatırlanmazsa olmaz. “ Maddî menfaat için, dünyalık için Allah demem"  diyen büyük velî. Hem dikiş diker hem de dili ve kalbi ile Allahü teâlâyı anarmış. Mevlânâ Hâlid-i Bağdâdî hazretleri Abdullah Mekkî Efendi’yi Anadolu’ya gönderir. Erzincan’da Terzi Baba ile karşılaşır ve Silsile-i Âliye diye bildiğimiz büyükler yolunda yetişip, kemale ermesine vesile olur, hilâfet verir. Çok talebeler yetiştiren Terzi Baba tasavvuf erbabı tarafından ikinci bir Yunus Emre olarak bilinir. Cenâb-ı Hakk şefaatlerine kavuştursun,   rûhâniyetlerinden feyiz ve bereketler ihsan eylesin[1].
Erzurum, 24 Ağustos 1980
Erzincan’dan Erzurum’a karayolu, tren yolu, Fırat ve Karasu nehirlerinin birbirlerine sarmaş dolaş örgüsü ve yol arkadaşlığı ile vardık. Nehrin taşkın sahası geniş ve sığ kumluk arazi olarak uzayıp gidiyor, kenarlarında sığır sürüleri otluyor. Serin ve kuru bir hava var. Çocuklar yer yer Fırat ve Karasu’nun yayvan sularında “çimiyorlar”.
Erzurum başlı başına bir tarih: Ulu Cami(Atabek Camii), Çifte Minareli Medrese(Hatuniye Medresesi), 12. yüzyılda Saltuklular zamanında yapılmış Mescitle-türbe arası ilginç bir mimarı özelliği yansıtan Kale Mescidi, Lâla Mustafa Paşa Camii, Yâkutiye Medresesi, Azîziye Tabyası ve hatırlattığı Nene Hatun, Taş Mağazalar… Sokaklarında temiz, dupduru insanlar.
İlk gidenlere mahsus bir hâl midir bilmiyorum. 2000 metre râkım bizde halsizlik ve iç titremesi olarak kendini gösterdi. Doğu Erzincan’da değil, Erzurum’da başlıyor.
Mezarı Tillo’da bulunmakla beraber Erzurumlu İbrahîm Hakkı Hazretlerini(kuddise Sirruh) anmadan olmaz. Bu diyarlarda doğup büyümüş, tahsil yapmış, yıllarca halkı irşâd etmiş. “Mârifetnâme” adlı, baştan sona incelik ve hikmetlerle dolu eseri[2] bırakmış bir âlim ve ârif zât.
Tefvîznâme adlı şiirinden bir dörtlük;
Hakk, şerleri hayr eyler,
Zannetme ki gayr eyler,
Ârif ânı seyr eyler,
Mevlâ görelim n’eyler,
N’eylerse, güzel eyler…
Hep yer altındakilerin değil, bazen yer üstündekilerin de öpülesi izleri olur. Onlar pek bilinmezler, bilinmek de istemezler. Herkesin arasında başka bir rûh iklimini yaşarlar. Buralarda “Sırrı Dede” diye anılan; gariplerin, kimsesizlerin hâmisi, hayırsever Sırrı Amca’mızı marangoz atölyesinde ziyaret ettik. Güzel demliğinden kıtlama çaylarımızı içtik. Huzur dolu o atmosferden ayrılmak zor oldu.
27 Ağustos 1980
Erzurum’dan Van’a gitmek üzere erken yola çıktık. Van, Türkiye seyahatimizin en önemli halkası… Müküs’ü(Bahçesaray), Arvas Köyünü görmek, Seyyid Fehim Arvâsi(kuddise sirruh) kabrini ziyaret etmek en büyük arzumuz. İlk defa geldiğimiz, çoğu stabilize ve bakımsız bu yollarda heyecanla ilerliyoruz. Tahir Geçidi’nin kış şartlarını ve zorluğunu duyardık. Horasan’dan ayrıldıktan bir süre sonra arabamızda teklemeler başladı. Sarp yamaçlar arasında Tahir Köyü levhası görülen yolun en tenha yerinde arabamız istop etti. Bir saat kadar bakım-tamirattan(ve elbette çok duadan) sonra yolumuza devam ettik. Eleşkirt, Ağrı yolu boyunca çıplak dağlar, yaylalar, dere kenarlarında köyler ve otlayan hayvan sürülerini görüyoruz. Büyük şehirlerin kalabalık ve gürültüsünden uzaklaşıyor olsak da, böylesine ıssızlık biraz da tedirginlik uyandırıyor.
Kardeşim Resûl Bey, benim Çatalca’da yedek subaylık yaptığım yıllarda Patnos’ta yedek subaymış. Hatırâlarını tazelemek isteyince Patnos’a uğradık.  Müftü Muhterem Nureddin Sadak efendiyi, oğlu Bedreddin Sadak kardeşimizi ziyaret ettik. Bırakmadılar. Gece misafir kalıp, güzel sohbetlerine kavuştuk. Mevsim yaz olsa da geceleri çok serindi. Yün yorganlara sarınarak uyuduğumuzu hatırlıyoruz.
Nureddin Sadak efendilerle sonradan görüşme ve haberleşme fırsatımız olmadı. Ama 35 yıl sonra bu notları kitaplaştırmaya niyet ettiğim günlerde yakınlarından Selâmi Turan Bey çıkageldi. Son günlerinde Nureddin Sadak efendilerin yanında bulunmuş. Vefatlarından önce bize gönderdikleri selamı ve duayı bildirdiler. Dualarına âmin deyip, ruhlarına Fatiha okuduk. O muhterem insanlar bir teşehhüd miktarı beraberliğe bir ömür vefa göstetiyor, unutmuyorlar. Yüce Rabbimiz onlara rahmet ve derecelerini âlî eyleye.
Onlar Onlardır, biz kimiz Ya Rabbi!
Ağrı, Hamur, Tutak yoluyla Malazgirt’e geldik. İzmir Bornova’dan bir dostumuz burada subaylık yapıyor. Bizi küçük kayalıklardan oluşmuş, ötede beride öbek taşlıkların göründüğü hafif engebeli çıplak bir araziye götürdü. Meğer burası 1071 Malazgirt Meydan Muharebesinin cereyan ettiği yermiş. Taşlık ve kuru otlardan gayri bir şeyin görünmediği, Süphan Dağı istikametinde uzanan arazide ceddimizi hayal ettik. Sultan Alparslan’a, maiyetindeki kimi şehid, kimi gazi olmuş ordusundaki erlere Fatiha okuduk. Romen Diyojen’in 70 bin kişilik ordusuna karşılık kazanılan O meydan muharebesi bize Anadolu’yu açtı.
Hatırlamakta fayda var: Sultan Alparslan, yanındaki âlimlerin de tavsiyesiyle muharebeyi 26 Ağustos Cuma günü yapmaya karar vermiş. Bu meydanda ordusuyla birlikte Namaz kılıp dua etmiş: “Ya Rabbi! Sana tevekkül ediyor, azametin karşısında yüzümü yere sürüyor ve rızân için cihad ediyorum. Ya Rabbi! Niyetim halistir. Bana yardım et; sözlerimde hilaf varsa beni kahret!”
Ve sonrasında askerlerine dönerek o muhteşem, tarihî konuşmasını yapmış:
“Burada Allahü teâlâdan başka bir sultan yoktur. Emir ve kader O’nun elindedir. Bu sebeple benimle birlikte cihad etmekte veya benden ayrılmakta serbestsiniz”.
O mübârek ordu sadakat nidalarıyla Sultan Alparslan’a bağlılıklarını bildirirler. Sultan, beyaz kefen elbisesini giyerek atının kuyruğunu bağlar ve eline gürzünü alır. “Askerlerim!” der.” Şehit olursam bu elbise kefenim olsun. O zaman ruhum göklere çıkacaktır. Benden sonra oğlum Melikşah’ı tahta çıkarın ve ona bağlı kalın. Zaferi kazanırsak istikbal bizimdir.”
Cuma namazından hemen sonra çarpışma başlar…


[1] Terzi Baba(rahmetullahi teâlâ aleyh)hakkında daha geniş bilgi için; Doğu Anadolu Evliyaları, Türkiye Gazetesi Yayınları, I. C. s: 269-283
İslam Alimleri Ansiklopedisi, Türkiye Gazetesi Yayınları, 18. CİLD, s: 260-67
İslâm Ansiklopedisi, TDV yayınları, 40. Cild, s. 521-22, Ankara. 2011

[2] Erzurumlu İbrahim Hakkı; Mârifetnâme. Tercüme: Süleyman Kuku(A.Fârûk Meyân), Bedir Yayınevi, İstanbul, 1999, 1166 s.