UMRE ZİYARETİ 25 MART-01 NİSAN 2007

Sultan, Altan Ateş ve Enise hanımefendilerle birlikte Umre yaptık.
Önce Medine’ye indik.
Sakindi, en iyi şekilde değerlendirdik.
28 Mart öğleden sonra ihramlarımıza girip, otobüsle Mekke’ye vardık.
Mescid-i haram kalabalık değildi, öyle vakitler oluyordu ki,  kaza namazları kılarken, Kâbe ile aramızdan tavaf için geçen kimse dahi olmuyordu. Öyle bir zamanda Altan kardeşim, “haydi” dedi “kimseler kalmadı, tavaf yapalım”. Hemen seccadelerimizi toplayıp tavafa başladık. Bir ara tesbihini Kâbe duvarına sürdüğünü gördüm. Ben de süreyim diye elimi attığımda tesbihim yoktu. Yatsı namazından sonra kullandığımı, seccademin üstüne bıraktığımı hatırlıyorum… O tesbih 1952 yılında köyümüzden hacca giden bir akrabamız tarafından babama hediye edilmişti. Babam rahmetli olalı, 8 yıldır kullanıyordum. Namaz kıldığımız yerde unutmuşum, aradık ama bulamadık. 55 yıl sonra tesbih geldiği yere döndü!
Vaktimizi tavafla, kaza namazı kılarak değerlendirmeye çalıştık…
Dolu dolu geçen sekiz günün ardından döndük…
Son yirmi senede üçüncü ziyaretim.
Vehhâbîler,  kutsal mekânları her geçen gün daha bozup, aslını kaybettiriyorlar.  Bu defa da Mescid-i Harâm’ı 80 katlı gökdelenlerle kuşatmışlar… Osmanlı eseri tarihî Ecyad Kalesini de yıkmışlar.  Kâbeye tepeden bakan bu yapılar pek hantal, çok uyumsuz. Hiç yakışmamış. Ama Suudîler petrol sonrası, turistik ticârete hazırlandığından, mukaddesatın, tarihî mirasın onlar için pek önemi yok!
Herkes aradığını bulurmuş.
Bizim gönlümüz 15 asırlık kokuyu aramada. Gözümüz boynu bükük tepelerde, mahzun yamaçlardaki henüz kaybolmamış ayak izlerindeydi…