Allah-ü Teâlâ, gönlümüzü kendi
sevgisiyle ve sevdiklerinin sevgisiyle doldursun. Onların şefaatine kavuştursun.
Onlarla başlayıp devam eden ve ömrümüz oldukça da devam edecek o büyükler
silsilesini izlemekten mahrum bırakmasın. Dudaklarımızı da izlerinin tozunu
öpmekten…
2000’li
yıllar bütün dünyada “İslamofobi” nin sistemli olarak körüklendiği, iftiraların
üretildiği, Müslümanların her bahaneyle horlandığı yıllar olmuştur. İftira ve
aşağılama artan bir hızla devam etmektedir. Dinli/dinsiz İslam dışı toplumlar
Müslümanları ortak düşman olarak görmekte, eylemlerinde dayanışmaktadırlar.
Sâdece bu değil, Müslüman denilen ülkelerin halkları da hasım gruplar halinde
parçalanmış, birbirleriyle savaşmaktadır. Oyun böyle kurulmuş, küresel istismar
düzeni böyle işliyor. Bu istismar ve hegemonya projesinin iki ana amacı var:
Birincisi İslam Ülkelerinin kaynaklarını sömürmek:
Avrupalılar,
100 yıl önce Osmanlı’yı yıkmak ve petrol bölgelerini ele geçirmek için
yaptıklarını şimdi daha geliştirilmiş teknikler uygulayarak tekrarlıyorlar. Müslüman
ülkeleri kendi içinde veya birbirleriyle çatışmaya sokarak, kaynaklarını en
kolay ve ucuza kapatacak şekilde sınırları yeniden tanzim etmek istiyorlar.
PKK, Deaş, Boko Haram, El kâide… Hepsi de sömürgeci, zalim Batı ülkelerinin
kurup, oynattığı taşeron örgütler değil mi?
İkincisi
ise daha sinsî ve
tehlikeli: İngilizlerin meşhur siyasetidir; doğrudan vurup tamamen yok etmezler.
Dolambaçlı yollarla aslını bozup, kendi ürettikleri sahtesini tedâvüle koyarlar.
Bu gün de genel anlamda İslâm coğrafyasında yapılan odur.
İslâmın
dört temel kaynağı; Kur’ân-ı Kerîm, Hadîs-i Şerîfler, İcmâ-i Ümmet ve mezhep İmâmlarımızın
içtihadlarıdır. Sinsî düşmanlar sâdece Kur’ân-ı Kerîmi ve birkısım hadîs-i
şerîfleri öne çıkartıp, itikad ve
ameldeki mezhepleri kabul etmiyorlar. “Herkes nasıl anlıyorsa öyle Müslüman olmalı”
telkiniyle, câhil ve haddi aşmakta cesur, mezhepsiz toplum üretme çabasındalar.
Dahası tasavvuf ve edebten arındırılmış, içi boşaltılıp haramlar ve bidatler
karıştırılmış bir din üreterek,
İslamiyet diye pazarlamak istiyorlar. “Dinde Reform, Ilımlı İslâm,
Avrupa İslâmı, Diyalog İslâmı, Selefîlik” söylemlerinin altında bu sinsi
amaç yatmaktadır.
“Müzik
rûhun gıdasıdır” diyerek
mâbedlere musikîyi soktular. Müslümanlara
“moda”ya uymayı telkin ederek dar giysili “Giyinik Çıplaklar”a dönüştürdüler. Minareleri hoparlör direğine çevirdiler. Yarın sıra,
uydu yayınlarıyla sanal imamlara uyup, televizyonla cemaat tutmaya gelecektir…
Böyle
bir yok oluşa sürüklenmemek için; müslümanların hem bilgili, hen de uyanık
olmaları, “Küresel
İslam Düşmanlığı / İslamofobya Projesi”ne karşı fikir ve eylem birliği içinde
davranmaları gerekmektedir.
Bu
ancak, dört temele dayalı İslam ortak paydasını bütün değerlerin(ırkî, coğrafî,
iktisadî, örfî, siyasî…) önüne koymakla mümkündür. Aksi halde ırk, soy, örf,
siyaset yoluyla Müslümanları parçalayıp kendi içlerinde ve aralarında çatışmaya
sokarlar. 15 asırdır İslam coğrafyasında yetişmiş âlimlerin/velilerin eserleri
yaşayışları, nasihatları bu konuda en etkili müracaat kaynaklarımız ve
bütünleştiren harcımızdır.
Onlara
müracat edince ne düşmanlık ne ötekileştirme kalmıyor, sınırlar engel olmaktan çıkıyor. Hukûkî sınırlar olsa da, topografya geçit
vermese de, muhabbet dağları aşırtıyor. Dillerini anlamasak da kıblemiz aynı, yüreklerimiz
ayrı olsa da kalblerimiz bir atıyor. Allah dostlarının sevgisi insanları tek
kalb yapıyor.
İslâm
âlimlerini, Allah dostu bir veliyi sevince onlar bu sevgiyi hocalarına yönlendiriyorlar.
Böylece Fahr-i Kâinat Efendimize (sallallahü aleyhi teâlâ aleyhi ve sellem) götüren
bir muhabbet zinciri oluşuyor. Muhabbet sahibinin kalbine, istidadı derecesinde
feyz akıyor…
Efendimiz
(sallallahü aleyhi ve sellem) “Eshâbım gökteki yıldızlar gibidir. Hangisine uyarsanız kurtulursunuz” buyuruyor. Eshâb-ı kiram bu dünyadan
gideli 15 asır oldu. Yollarına düştüğümüz, izlerini öptüğümüz âlim ve veliler
de asırları aşırtarak, o yıldızlara ulaştıran sebeb-i saâdetlerimizdir.
Sohbetleriyle, sohbetlerine kavuşamayanları yazdıkları eserleriyle
kavuşturuyorlar.
O
itibarla; benim hocam/mürşidim kim(ler)? Diye sormalıdır. Hocamın hocası,
onların hocası… Sualine devamla, nereye dayandığını bilmeli, bulmalıdır. Bulamayanlar
İslamofobya saldırısı ve mezhepsizlik akımları ortamında ehlisünnet yolunun
dışında bir yola sapma tehlikesiyle karşı karşıyadır.
“Öpülesi
İzler” ister kısa yoldan
ister dolambaçlı uzun yoldan gidilsin, Fahr-i Kâinât, Server-i âlem Peygamber
Efendimize (sallallahü aleyhi ve sellem) ulaştıran kutlu güzergâhı tarif etmektedir…
Dünyada iken duâm şudur:
Allahım, beni “El hayrunnâs men
yenfehınnâs” hadîsi şerîfinin müjdesine kavuştur.
İnsanlara hizmet edip duâsını almayı bana nasip eyle, Amel defterimi hayırla
devam ettirecek eser(ler) bırakmayı ihsan eyle…
Vefatımdan sonrası için ise duâm:
Beni mahşerde sevdiklerinle haşreyle
Allahım. “El
mer-ü meâ men ehabbe” hadîsi şerîfinin müjdesine kavuşmaktır.
Kavuştur Rabbim…
Bu kitabı hazırlarken maksadım; o
öpülesi izlerin sahiplerinden, Allah dostlarından şefaat istemektir. Okuyucularımdan
hocama, önceki büyüklere fatiha göndermelerini ve bu âcize de duâ etmelerini
istirham ediyorum…
İki
şiirle bitirelim:
“Arayı arayı
bulsam izini,
İzinin tozuna sürsem yüzümü.
Hak nasip eylese görsem yüzünü,
Ya Muhammed canım arzular seni”.
İzinin tozuna sürsem yüzümü.
Hak nasip eylese görsem yüzünü,
Ya Muhammed canım arzular seni”.
Yunus Emre
…
“Dest-bûsı
ârzûsıyla ger ölsem dostlar
Kûze eylen toprağum sunun anunla yâra su”
(Dostlarım! Şayet onun elini öpme arzusuyla
ölürsem, öldükten sonra toprağımdan testi
yapın ve onunla sevgiliye su verin.)
Fuzûlî
Kûze eylen toprağum sunun anunla yâra su”
(Dostlarım! Şayet onun elini öpme arzusuyla
ölürsem, öldükten sonra toprağımdan testi
yapın ve onunla sevgiliye su verin.)