Kurban
Bayramının üçüncü günüydü. Akif kardeşim ile Beşiktaş’tan Ortaköy’e giden yol
üzerinde Yahya Efendi(rahmetullahi teâlâ aleyh) Dergâhına uğradık. Kitaplardan
okumuş, menkıbelerini dinlemiştim. İlk ziyaretim oluyor.
Tatlı
kıvrılan bir yokuş. İstanbul cümbüşünde, böyle bir tenhalık huzur veriyor.
Dergâhın
girişinde “Edeb
Yâ-hû” yazıyor. Bu
dergâha girerken, ziyaret yaparken, ibâdet ederken, insanlarla bir aradayken,
yalnızken… “edeb yâ-hû…
Her
şey bu cümlede, başka söze gerek yok.
Bizim
gibilerin edebi ile âlimlerin seçilmişlerin edepleri, edep anlayışları aynı
değil. İmâm Gazalî hazretleri şöyle buyuruyorlar:
“Allahü
teâlâya karşı edeb, O’nun emirlerini yerine getirmekle olur. Avâmın, halkın
edebi, dinin emirlerine uymak. Havâssın, seçilmişlerin edebi, dinin emirlerine
uymakla beraber kalbi zikir nûruyla aydınlatmak, Allahü teâlâdan başka her şeyi
gönülden çıkarmaktır”.
Şems-i
Tebrîzî hazretleri buyuruyorlar:
“Âdemoğlunun
edebden nasibi yok ise insan değildir. Âdemoğlu ile hayvan arasındaki fark
budur. Gözünü aç ve gör ki Allahü teâlânın bütün kelâmının mânâsı, âyet âyet edebten
ibârettir”.
İkindi
cemaatine son teşehhütte yetiştik, kıldık.
Yahya
Efendi(rahmetullahi teâlâ aleyh) kabri başında Fatiha okuduk. Döndük. Burayı
öğrendim. Fırsat buldukça ziyaret etmeliyim…