YAHYA EFENDİ DERGÂHI, 25 Haziran 1991


Kurban Bayramının üçüncü günüydü. Akif kardeşim ile Beşiktaş’tan Ortaköy’e giden yol üzerinde Yahya Efendi(rahmetullahi teâlâ aleyh) Dergâhına uğradık. Kitaplardan okumuş, menkıbelerini dinlemiştim. İlk ziyaretim oluyor.
Tatlı kıvrılan bir yokuş. İstanbul cümbüşünde, böyle bir tenhalık huzur veriyor.
Dergâhın girişinde “Edeb Yâ-hû” yazıyor. Bu dergâha girerken, ziyaret yaparken, ibâdet ederken, insanlarla bir aradayken, yalnızken… “edeb yâ-hû…
Her şey bu cümlede, başka söze gerek yok.
Bizim gibilerin edebi ile âlimlerin seçilmişlerin edepleri, edep anlayışları aynı değil. İmâm Gazalî hazretleri şöyle buyuruyorlar:
“Allahü teâlâya karşı edeb, O’nun emirlerini yerine getirmekle olur. Avâmın, halkın edebi, dinin emirlerine uymak. Havâssın, seçilmişlerin edebi, dinin emirlerine uymakla beraber kalbi zikir nûruyla aydınlatmak, Allahü teâlâdan başka her şeyi gönülden çıkarmaktır”.
Şems-i Tebrîzî hazretleri buyuruyorlar:
“Âdemoğlunun edebden nasibi yok ise insan değildir. Âdemoğlu ile hayvan arasındaki fark budur. Gözünü aç ve gör ki Allahü teâlânın bütün kelâmının mânâsı, âyet âyet edebten ibârettir”.
İkindi cemaatine son teşehhütte yetiştik, kıldık.
Yahya Efendi(rahmetullahi teâlâ aleyh) kabri başında Fatiha okuduk. Döndük. Burayı öğrendim. Fırsat buldukça ziyaret etmeliyim…