Van’dayız. Yıllardır hayal edegeldiğimiz
bu seyahatin en önemli merkezindeyiz. Geride bıraktığımız çıplak yamaç ve
arazilerden farklı olarak yeşil ve hareketli bir şehir Van. Buranın
yerlilerinden Abdurrahman Ekinci dostumuzu bulduk. Programımızı konuştuk. Önce hasta olduğunu öğrendiğimiz Tâhâ Arvas
efendileri evlerinde ziyaret ettik. Tâhâ efendiler, Seyyid Fehim Arvasî (kuddise
sirruh) hazretlerinin torunlarından. Rahmetli A. Münir Efendiler onlardan çok
bahsederler, mutlaka tanıyın derlerdi. İşte o ân geldi…
Ellerini öpüp, sohbetlerini dinledik.
Arvas’a gitme isteğimizi arz ettik. İzin verdiler, dua ettiler. Hatta şöyle
şöyle yapın diye; mola vereceğimiz yerleri, nereleri nasıl ziyaret edeceğimizi
tek tek anlattılar.
O zamanlar Hizan yolu açılmamıştı,
tek yol vardı. Gevaş yakınlarında yol ayrılır ve Müküs(Bahçesaray)’a yüksek
dağlar aşılarak inilirdi. Rahmetli A. Münir Üçışık efendilerin “Arvas’a Haziran - Eylül ayları arasında gidin. Yılın
dokuz ayı karla kaplıdır, geçit vermez” sözünü hatırladım. Hâlen
Türkiye’nin en zor ve ilk kapanan yolu olma özelliğini koruyor.
Dağ yoluna saptığımızda karlı
yamaçlar gördük. Bunlar mevsim karları değil, asırlardır hiç erimeyen
buzullarmış. Toprak yol tek vasıtanın ancak geçebileceği genişlikte. Sarp
yamaçlardan döne kıvrıla iniyoruz. Arabanın penceresinden bakıyorum, vadinin
derinliklerinde kartalların uçtuğunu görüyorum. Ürpermemek elde değil. Güneşin eğildiği
tarafa bakınca 6-7 dağ silsilesinin ardı ardına sıralandığı görülebiliyor. Biz
o dağların arkasına uzanacağız! Mihmandarımız A. Vehbi Arvas kardeşimiz karşı
yamaçta göçerlerin üstüne çadır kurduğu taş örmeleri ve tesbih gibi, iki sıra
dizilmiş uzun koyun sürüsüne işaret ediyor. Gâni-i Serkis dedikleri bir kaynağa
varınca mola verdik. Karpuz ve ekmekle karınlarımızı doyurduk. Bazen arabadan
inip taşları ayıklayarak yolumuza devam ettik. Tepelerden aşağılara inince
yeşillikler, bahçeler başlıyor. Müküs Deresi buralara yakın bir yerden
çıkıyormuş. Gürül gürül akan, buz gibi, kocaman bir dere. İleride Fırat oluyor.
Kenarında abdestlerimizi tazeleyip ikindi namazımızı kıldık. Yolda patlayan lâstiğimizi
tamir ettik. Kırmızı taşla örülmüş tarihî köprüyü geçip ilerledik. Arvas yolu
daha bir zor. Dere taşmış, yol kaybolmuş. Yer yer su ve çakıllardan geçerek, iki
dağ sırasının tabanında dere boyunca ilerledik. Müküs’ten Arvas’a 40 km.
tutuyor. Akşamın loşluğu çökmüştü, uzakta cevizlik olduğunu öğrendiğimiz ağaçlı
bir bölgeyi işaret ettiler. Batıya dönünce, vâdi ile sağdaki dağın orta yerinde
bir köy. Arvas orası imiş.
Adını çok duyduk, ne menkıbeler
dinledik,
İlk defa geliyoruz. Bir daha nasip
olur mu bilmem,
Ama O köy, bizim köyümüzdür…
Bize zahmetli gelse de eskiden bu yol
da yokmuş. Müküs’e Gevaş üzerinden atla, katırla dağlar aşılarak üç günde
inilir, orada gecelenir, ertesi gün 5-6 saatlik bir yolculukla Arvas’a vâsıl
olunurmuş.
Arabadan inip 20-30 kadar evin
göründüğü köye tırmanıyoruz. Sızan sular, kerpiç evler arasından geçiyoruz.
Akşam gireli yarım saat oluyor. Mihmandarımız, A. Vehbi ağabey bizi doğruca
mübârek dedelerinin, Seyyid Fehim Arvasî kuddise sirruh hazretlerinin kabrine
götürüyor. Kalbimiz, tırmandığımız yokuştan mı, yoksa yıllardır hasretini çektiği
vuslattan mı? Nedendir küt küt atıyor.
Ve kabrin ayakucundayız…
Seyyid Fehîm Arvâsî (kuddise sirruh)
Silsile-i
Âliye adı verilen büyük velîlerden. 1825 senesinde Arvas’ta dünyaya gelmiş,
1895’te orada vefat etmiş. Seyyid
Muhammed Sâlih hazretlerinin halifesi ve silsilenin son halkası Seyyid
Abdülhakîm Arvasî hazretlerinin mürşîdi. Yüce Rabbimiz Onları sevmek,
mensuplarından sayılmak ve şefaatlerine kavuşmak şerefini bizlere nasip eyleye.
Âmin.
İlk ziyâretimizi yaptık, rûhlarına
Fatihalar okuduk. Akşam namazımızı Arvas Mescidinde
kıldık. Mescidin hemen yakınındaki evde, torunları muhterem İbrâhim Efendiler
tarafından misafir edildik. Onlar anlattılar: Bu ev Seyyid Fehim hazretlerinin oğulları
tarafından inşa edilmiş. Mescid tarafından bakınca tek kat, kabristan tarafından
bakınca üç katlı görünüyor. Mübarek hocam H. Hilmi Işık (rahimehullah)
Efendilerden 1970’te dinlemiştim; Seyyid Fehim Hazretlerinin Ermeniler tarafından
kırılan mezar taşlarını yaptırıp göndermişler. Pencereden bakınca o beyaz kabir
taşları görünüyor. Ağaçlar sanki o pencereden görülsün diye sağa sola yatmış,
bir gönül koridoru açmışlar…
Bu evin ve odanın çok hikâyesi var,
ancak uzatmak istemiyoruz.
Akşamı orada geçirdik. Gece karşı
dağların silueti görünüyor, kabristan sanki
ışıldıyordu. Dolunay aydınlatıyor diye düşündüm. Ama hayır, mübareklerin
kabirlerinden fışkıran nûr aya aksetmiş olmalı!
Buralar 13. Asırda Hülâgu’nun Bağdad
katliamı sonrasında hicret eden seyyidlerin zor ve zahmetli bir yolculukla
Anadolu’nun doğusuna yerleşmesiyle vücut bulur.
İlk yerleşen Seyyid Muhammed Kutub’un kabri Seyyid Fehim Efendilerin kabrinden biraz uzakta. Üzerinde
büyükçe bir kaya parçası duruyor. Yüzlerce evliyânın medfun bulunduğu bir
kabristandır. Rahmetullahi aleyhim ecmaîn. Kabristanın etrafındaki ağaçlar
rüzgâra inat kabre doğru uzanıyorlar. O ağaçların bereketli meyvelerinden
yedik.
Taştan örme mescid, medrese ve köy 1350’lerde
Hakkâri beyi İbrahim Han’ın desteği ile Seyyid Muhammed Velî (rahmetullahi
aleyh) tarafından inşa edilir. Zamanla el
yazması kitaplarla dolu çok zengin bir kütüphane de kurulur. Arvas son
zamanlara kadar ilim ve irfan merkezi imiş. Kendisine mahsus bir tedris usulü
varmış. Medresede en az elli talebe tahsil görürmüş. Mısır, Irak, Suriye ve
buralarda halledilemeyen zor meseleler Arvas’ta çözülür, cevaplandırılırmış. Ne
yazık ki Birinci Cihan Harbinde, Rus İşgali sırasında o kütüphane Ermeniler
tarafından yakılmış, cami ve medrese tahrip edilmiştir. Sonradan tamir edilse
de tahribatın izlerini taşıyan iki katlı mescidin üst katı yazlık, alt katı
kışlık olarak kullanılıyor.
Zemin kata kulleteyn(küçük havuz)
yanından giriliyor. Yan tarafında bir buçuk metre kadar yüksekte küçük bir kapı
var. Tırmanıp girdik. Çilehâne imiş. Rahmetli A. Münir Efendilerden dinlemiştim:
Babaları Seyyid Abdülhakîm Efendi hazretleri bu çilehanede bulunmuşlar. Duvarında
küçük bir oyması, camsız iki küçük penceresi olan, samanlı toprakla sıvanmış
küçücük, tavanı ağaç direklerle örtülü basık bir oda…
Alt katın kıble köşesinde vaktiyle Sofu Baba’nın kış günü sırtlayarak getirdiği aydınlanmada
kullanılan beziryağı küpü, yanında da bir şamdan asılı… Mescidin duvarları çok
karardığı için sarı toprakla cilalanmış. Tâhâ Efendiler, bizi Arvas’a yolcu
ederken “Eğer zarar vermeyeceğini bilsem, parmaklarımla duvarlardaki cilâyı
kazır, ceddimin mum ve kandillerinden çıkan islerin mübarek siyahlığını ortaya çıkarırdım” demişlerdi…
Seyyid Fehîm hazretleri her yıl
Müküs’ten Van’a gelip bir süre kalır, sevenlerine va’z ve nasîhat eder,
suallerine cevap verirlermiş.
Hazreti şeyhin İslâma hizmetleri,
keşif, kerâmet ve tasarrufları bu âcizin kavrayıp anlatabileceği hususlar değildir.
Haddimizi bilmeliyiz. Biz ancak bir feyz kaynağının yerini ve yolunu tarif
etmeye çalıştık. Geniş bilgi ve istifade etmek isteyenler aşağıda bazılarını bildirdiğimiz
kaynaklara müracaat etmelidirler.
Arvas’a gelişimiz gibi, dönüşümüz de
heyecan ve meşakkatle doluydu. Arabamız çekmediği için biraz yürüdük. Arkadan
gelen ceviz kütükleri yüklü bir kamyona tırmandık. Tepelerde, dar bir yerde
lastikleri patlayınca, inip yaya olarak yokuşu çıktık. Gece yarısına doğru
Van’a döndük.
Ertesi gün Tâhâ Efendileri tekrar
ziyaretle dualarını alıp, veda ettik. Hacca gitmeye niyetliydiler. Bu
ziyaretimizden iki ay sonra Hac için gittikleri Mekke’de vefat etmişler.
Cennetü’l Muallâ Kabristanına defnedilmişler. Yüce Rabbimiz onlara rahmet
eyleye ve bizleri onların ve önceki cedlerinin (rahmetullahi aleyhim ecmain)
şefaatlerine kavuştursun[1].
Bitlis’ten Kayseri’ye, 3
Eylül 1980:
Gevaş, Tatvan yolundan Bitlis’teyiz. Bitlis’te
çok ziyaret edilecek yerler var. Ama vakit yok. Seyyid Sıbgatullah hazretleri Hizan / Gayda’da. Hocaları,
mürşidleri Seyyid
Tâhâ hazretleri ise Hakkâri/Nehri’de…
Yıllar önce Hocam H. Hilmi
Işık(rahimehullah) Efendilerden dinlemiştim. Büyük Âlimler Silsilesinin Mevlânâ
Hâlid-i Bağdâdî (kaddesallahü sırrahül azîz) den sonraki halkaları Seyyid Abdullah Şemdinî,
Seyyid Tâhâ-i Hakkârî ve kardeşi Seyyid
Muhammed Sâlih
(rahmetullahi aleyhim ecmaîn) kabirleri Nehri’de. “Nehri’ye nur yağıyor
efendim” buyurmuşlardı. Yollarına düşüp, izlerini öpmek, oralarda birkaç nefes
almak ne güzel olurdu. Zaman ve zemin müsait değil. Gönlümüz orada. Bir başka
seferde inşallah nasip olur. O taraflar ufkuna bakıp, iç geçirdik. Biz
gidemesek da Fâtihalarımız ulaşır. Okuduk…
Öğle namazımızı Bitlis Büyük Câmi’de
kıldık.
Muş Ovası geniş ve düz. Ama Muş yolu
yokuş! Seyyid Fehim hazretlerinin bir ara “Mutavvel” dersi aldıkları hocaları Molla Resûl-i Sibkî’nin kabrini sorduk. Kimse
bilmiyordu. Ararken kardeşim Resûl beyin gözüne ilişti. Alâeddin Camiînin giriş
kapısı yanında kabrini ziyâret edip, fâtiha okuduk.
Bingöl’e vardığımızda akşam olmuştu.
Şehre girmedik, benzin istasyonunda namazlarımızı kılıp yola devam ettik. Yolda
rastladığımız jandarmalar hayret edip “çoluk çocuk ne cesaretle(!) bu yollara
düştüğümüzü” sordular ve ilâve ettiler “daha dün bu yollarda soygunlar oldu.
Grup yapıp refakat ediyoruz” dediler. Beklemedik, 23.00 sıralarıydı Elâzığ’a
vardık. Çatalca’dan askerlik arkadaşım Ahmet Turgal Bey bekliyordu…
Ertesi gün Keban Barajını gezdik.
1008 Evler ve yakın bir köyde kitap satışları yapıp döndük.
5 Eylül 1980, Kayseri
Malatya üzerinden Kayseri’ye ulaştık.
Günlerden Cuma, namazdan sonra arabamızı tamir ettirdik. Z. Ruhlusaraç dostumuz
bağ evinde imiş. Şehirdeki evinde kaldık. Kayseri de bizim Konya gibi, öpülesi
izleri çok olan bir şehir. Dar zamana sığmaz. Bir başka vakitte inşallah
buranın manevî havasını doya doya teneffüs etmek mümkün olur. Ama bir teşehhüd
miktarı da olsa Doğu Türkistan’dan hicret edip buralara yerleşmiş, İmâm-ı Rabbânî
hazretlerinin torunlarından Abdülhalil Müceddidî efendileri ziyaret ettik[2]. Buralarda pek tanıyanı yok. Çin’de
Mao zulmünden canlarını kurtarıp 1960’lı yıllarda Türkiye’ye hicret etmişler.
Abdülhalîl efendinin babaları,
dedeleri halkı irşâd için Kâbil’den Doğu Türkistan’ın Yarkent şehrine
yerleşirler. Soyları İmâm-ı Rabbânî Ahmed Fârukî Serhendî hazretlerine varır.
Onların zamanında Yarkent şehri Müceddidî merkezlerinden biri hâline gelir,
asırlarca Ehl-i Sünnetin kalesi olurlar. Onları dinledik, ellerini öptük,
dualarını alıp yolumuza devam ettik.
1982 yılında vefat haberi geldi.
Cenâb-ı Hakk onlara rahmet eylesin. Mahşer meydanında toplandığımızda bizleri
Efendimizin(sallallahü aleyhi ve sellem) sancağı altında ve Müceddidî Büyüklerimizle(rahmetullahi
aleyhim ecmaîn) birlikte bulundursun, şefaatlerine kavuştursun. Âmin.
Karaman, Konya, 7-9 Eylül
1980
Kayseri, Ürgüp, Niğde üzerinden
Karaman’a, baba ocağına geldik.
Büyüklerin ellerini öperek dualarını
aldık. Kabristandakileri ziyaretle Fatiha okuyarak, sıla-i rahim yaptık. Tarihî
mekânları gezdik. Yunus Emre (rahmetullahi teâlâ aleyh) Camiî ve kabrini, Ak
Tekke Camiî ve Mâder-i Mevlâna(Mevlana Celâleddîn-i Rûmî’nin annesi) kabrini
ziyâretle fâtihalar okuduk.
Ertesi gün Konya’da Sadreddîn-i
Konevî, Şems-i Tebrizî ve Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî (rahmetullahi teâlâ aleyhim
ecmaîn) türbelerini ziyaretle okumalarımızı yaptık. Konya’nın her toprağında öpülesi
izler var. Buraların çocuğu olmamızdan mıdır, gönül ayrılmak istemiyor. Her yıl
en az bir kere ziyaret etsek de yetmiyor, hasretimizi kesmiyor…
10 Eylül 1980
Alaşehir’deyiz. Resûl kardeşimin baba ocağı.
Muhterem anneleri annem, babaları babam yerinde, Akrabaları kardeşlerim. Yedik içtik,
dualarını alıp İzmir/Bornova’ya döndük.
11 Eylül günü yorgunluk gidermek, evi
düzene koymak için dışarı çıkmadık.
12 Eylül günü ASKERÎ DARBE olmuş, çıkamadık!
Seyahatte geçen bir aylık zamanda bazı
yerlerde istesek de duramamış, bazen irâdemiz dışında acele etmiştik. Hikmeti
şimdi anlaşıldı. “Allah dostlarını severseniz, O büyüklerin himmeti yetişir bi-iznillâh”
derlerdi. Yaşadık.
[1] Seyyid Fehîm Arvasî hakkında
daha geniş bilgi için bakınız:
·
Süleyman Kuku(A.Fârûk Meyân): Son Halkalar ve Seyyid Abdülhakîm
Arvasî’nin Külliyatı, iki cild, 1403 sayfa,
damra, 2009. Özellikle 1. Cild
s:93-170.
·
Süleyman Kuku(A.Fârûk Meyân): Menkıbelerle İslâm Meşhûrları
Ansiklopedisi. Berekât Yayınevi, c 2, s.771-817,
·
Hüseyn Hilmi Işık: Tam İlmihâl Seâdet-i Ebediyye; s.1169
·
Ahmed Fârûk; Eshâb-ı Kirâm. Hakikat Kitabevi Yayınları, s.332-337.
·
Doğu Anadolu(Kuzey-Güney) Evliyaları, 2. Cild, s. 320-361. Türkiye Gazetesi
Yayınları, 2004
[2] Abdülhalil
Halîl Mücedidî (rahimehullah) hakkında bilgi için bak:
(Süleyman Kuku(A. Fârûk Meyân); Gün Batarken Gördüğüm Son Işık, damra, 2011,
sayfa: 316-326).