VAN, 30 AĞUSTOS - 2 EYLÜL 1980


Van’dayız. Yıllardır hayal edegeldiğimiz bu seyahatin en önemli merkezindeyiz. Geride bıraktığımız çıplak yamaç ve arazilerden farklı olarak yeşil ve hareketli bir şehir Van. Buranın yerlilerinden Abdurrahman Ekinci dostumuzu bulduk. Programımızı konuştuk.  Önce hasta olduğunu öğrendiğimiz Tâhâ Arvas efendileri evlerinde ziyaret ettik. Tâhâ efendiler, Seyyid Fehim Arvasî (kuddise sirruh) hazretlerinin torunlarından. Rahmetli A. Münir Efendiler onlardan çok bahsederler, mutlaka tanıyın derlerdi. İşte o ân geldi…
Ellerini öpüp, sohbetlerini dinledik. Arvas’a gitme isteğimizi arz ettik. İzin verdiler, dua ettiler. Hatta şöyle şöyle yapın diye; mola vereceğimiz yerleri, nereleri nasıl ziyaret edeceğimizi tek tek anlattılar.
O zamanlar Hizan yolu açılmamıştı, tek yol vardı. Gevaş yakınlarında yol ayrılır ve Müküs(Bahçesaray)’a yüksek dağlar aşılarak inilirdi. Rahmetli A. Münir Üçışık efendilerin “Arvas’a Haziran - Eylül ayları arasında gidin. Yılın dokuz ayı karla kaplıdır, geçit vermez” sözünü hatırladım. Hâlen Türkiye’nin en zor ve ilk kapanan yolu olma özelliğini koruyor.
Dağ yoluna saptığımızda karlı yamaçlar gördük. Bunlar mevsim karları değil, asırlardır hiç erimeyen buzullarmış. Toprak yol tek vasıtanın ancak geçebileceği genişlikte. Sarp yamaçlardan döne kıvrıla iniyoruz. Arabanın penceresinden bakıyorum, vadinin derinliklerinde kartalların uçtuğunu görüyorum. Ürpermemek elde değil. Güneşin eğildiği tarafa bakınca 6-7 dağ silsilesinin ardı ardına sıralandığı görülebiliyor. Biz o dağların arkasına uzanacağız! Mihmandarımız A. Vehbi Arvas kardeşimiz karşı yamaçta göçerlerin üstüne çadır kurduğu taş örmeleri ve tesbih gibi, iki sıra dizilmiş uzun koyun sürüsüne işaret ediyor. Gâni-i Serkis dedikleri bir kaynağa varınca mola verdik. Karpuz ve ekmekle karınlarımızı doyurduk. Bazen arabadan inip taşları ayıklayarak yolumuza devam ettik. Tepelerden aşağılara inince yeşillikler, bahçeler başlıyor. Müküs Deresi buralara yakın bir yerden çıkıyormuş. Gürül gürül akan, buz gibi, kocaman bir dere. İleride Fırat oluyor. Kenarında abdestlerimizi tazeleyip ikindi namazımızı kıldık. Yolda patlayan lâstiğimizi tamir ettik. Kırmızı taşla örülmüş tarihî köprüyü geçip ilerledik. Arvas yolu daha bir zor. Dere taşmış, yol kaybolmuş. Yer yer su ve çakıllardan geçerek, iki dağ sırasının tabanında dere boyunca ilerledik. Müküs’ten Arvas’a 40 km. tutuyor. Akşamın loşluğu çökmüştü, uzakta cevizlik olduğunu öğrendiğimiz ağaçlı bir bölgeyi işaret ettiler. Batıya dönünce, vâdi ile sağdaki dağın orta yerinde bir köy. Arvas orası imiş.
Adını çok duyduk, ne menkıbeler dinledik,
İlk defa geliyoruz. Bir daha nasip olur mu bilmem,
Ama O köy, bizim köyümüzdür…
Bize zahmetli gelse de eskiden bu yol da yokmuş. Müküs’e Gevaş üzerinden atla, katırla dağlar aşılarak üç günde inilir, orada gecelenir, ertesi gün 5-6 saatlik bir yolculukla Arvas’a vâsıl olunurmuş.
Arabadan inip 20-30 kadar evin göründüğü köye tırmanıyoruz. Sızan sular, kerpiç evler arasından geçiyoruz. Akşam gireli yarım saat oluyor. Mihmandarımız, A. Vehbi ağabey bizi doğruca mübârek dedelerinin, Seyyid Fehim Arvasî kuddise sirruh hazretlerinin kabrine götürüyor. Kalbimiz, tırmandığımız yokuştan mı, yoksa yıllardır hasretini çektiği vuslattan mı? Nedendir küt küt atıyor.
Ve kabrin ayakucundayız…
Seyyid Fehîm Arvâsî (kuddise sirruh)
Silsile-i Âliye adı verilen büyük velîlerden. 1825 senesinde Arvas’ta dünyaya gelmiş, 1895’te orada vefat etmiş.  Seyyid Muhammed Sâlih hazretlerinin halifesi ve silsilenin son halkası Seyyid Abdülhakîm Arvasî hazretlerinin mürşîdi. Yüce Rabbimiz Onları sevmek, mensuplarından sayılmak ve şefaatlerine kavuşmak şerefini bizlere nasip eyleye. Âmin.
İlk ziyâretimizi yaptık, rûhlarına Fatihalar okuduk. Akşam namazımızı Arvas Mescidinde kıldık. Mescidin hemen yakınındaki evde, torunları muhterem İbrâhim Efendiler tarafından misafir edildik. Onlar anlattılar: Bu ev Seyyid Fehim hazretlerinin oğulları tarafından inşa edilmiş. Mescid tarafından bakınca tek kat, kabristan tarafından bakınca üç katlı görünüyor. Mübarek hocam H. Hilmi Işık (rahimehullah) Efendilerden 1970’te dinlemiştim; Seyyid Fehim Hazretlerinin Ermeniler tarafından kırılan mezar taşlarını yaptırıp göndermişler. Pencereden bakınca o beyaz kabir taşları görünüyor. Ağaçlar sanki o pencereden görülsün diye sağa sola yatmış, bir gönül koridoru açmışlar…
Bu evin ve odanın çok hikâyesi var, ancak uzatmak istemiyoruz.
Akşamı orada geçirdik. Gece karşı dağların silueti görünüyor,  kabristan sanki ışıldıyordu. Dolunay aydınlatıyor diye düşündüm. Ama hayır, mübareklerin kabirlerinden fışkıran nûr aya aksetmiş olmalı!
Buralar 13. Asırda Hülâgu’nun Bağdad katliamı sonrasında hicret eden seyyidlerin zor ve zahmetli bir yolculukla Anadolu’nun doğusuna yerleşmesiyle vücut bulur.  İlk yerleşen Seyyid Muhammed Kutub’un kabri Seyyid Fehim Efendilerin kabrinden biraz uzakta. Üzerinde büyükçe bir kaya parçası duruyor. Yüzlerce evliyânın medfun bulunduğu bir kabristandır. Rahmetullahi aleyhim ecmaîn. Kabristanın etrafındaki ağaçlar rüzgâra inat kabre doğru uzanıyorlar. O ağaçların bereketli meyvelerinden yedik.
Taştan örme mescid, medrese ve köy 1350’lerde Hakkâri beyi İbrahim Han’ın desteği ile Seyyid Muhammed Velî (rahmetullahi aleyh) tarafından inşa edilir.  Zamanla el yazması kitaplarla dolu çok zengin bir kütüphane de kurulur. Arvas son zamanlara kadar ilim ve irfan merkezi imiş. Kendisine mahsus bir tedris usulü varmış. Medresede en az elli talebe tahsil görürmüş. Mısır, Irak, Suriye ve buralarda halledilemeyen zor meseleler Arvas’ta çözülür, cevaplandırılırmış. Ne yazık ki Birinci Cihan Harbinde, Rus İşgali sırasında o kütüphane Ermeniler tarafından yakılmış, cami ve medrese tahrip edilmiştir. Sonradan tamir edilse de tahribatın izlerini taşıyan iki katlı mescidin üst katı yazlık, alt katı kışlık olarak kullanılıyor.
Zemin kata kulleteyn(küçük havuz) yanından giriliyor. Yan tarafında bir buçuk metre kadar yüksekte küçük bir kapı var. Tırmanıp girdik. Çilehâne imiş. Rahmetli A. Münir Efendilerden dinlemiştim: Babaları Seyyid Abdülhakîm Efendi hazretleri bu çilehanede bulunmuşlar. Duvarında küçük bir oyması, camsız iki küçük penceresi olan, samanlı toprakla sıvanmış küçücük, tavanı ağaç direklerle örtülü basık bir oda…
Alt katın kıble köşesinde vaktiyle Sofu Baba’nın kış günü sırtlayarak getirdiği aydınlanmada kullanılan beziryağı küpü, yanında da bir şamdan asılı… Mescidin duvarları çok karardığı için sarı toprakla cilalanmış. Tâhâ Efendiler, bizi Arvas’a yolcu ederken “Eğer zarar vermeyeceğini bilsem, parmaklarımla duvarlardaki cilâyı kazır, ceddimin mum ve kandillerinden çıkan islerin mübarek siyahlığını ortaya çıkarırdım” demişlerdi…
Seyyid Fehîm hazretleri her yıl Müküs’ten Van’a gelip bir süre kalır, sevenlerine va’z ve nasîhat eder, suallerine cevap verirlermiş.
Hazreti şeyhin İslâma hizmetleri, keşif, kerâmet ve tasarrufları bu âcizin kavrayıp anlatabileceği hususlar değildir. Haddimizi bilmeliyiz. Biz ancak bir feyz kaynağının yerini ve yolunu tarif etmeye çalıştık. Geniş bilgi ve istifade etmek isteyenler aşağıda bazılarını bildirdiğimiz kaynaklara müracaat etmelidirler.
Arvas’a gelişimiz gibi, dönüşümüz de heyecan ve meşakkatle doluydu. Arabamız çekmediği için biraz yürüdük. Arkadan gelen ceviz kütükleri yüklü bir kamyona tırmandık. Tepelerde, dar bir yerde lastikleri patlayınca, inip yaya olarak yokuşu çıktık. Gece yarısına doğru Van’a döndük.
Ertesi gün Tâhâ Efendileri tekrar ziyaretle dualarını alıp, veda ettik. Hacca gitmeye niyetliydiler. Bu ziyaretimizden iki ay sonra Hac için gittikleri Mekke’de vefat etmişler. Cennetü’l Muallâ Kabristanına defnedilmişler. Yüce Rabbimiz onlara rahmet eyleye ve bizleri onların ve önceki cedlerinin (rahmetullahi aleyhim ecmain) şefaatlerine kavuştursun[1].
Bitlis’ten Kayseri’ye, 3 Eylül 1980:
Gevaş, Tatvan yolundan Bitlis’teyiz. Bitlis’te çok ziyaret edilecek yerler var. Ama vakit yok. Seyyid Sıbgatullah hazretleri Hizan / Gayda’da. Hocaları, mürşidleri Seyyid Tâhâ hazretleri ise Hakkâri/Nehri’de…
Yıllar önce Hocam H. Hilmi Işık(rahimehullah) Efendilerden dinlemiştim. Büyük Âlimler Silsilesinin Mevlânâ Hâlid-i Bağdâdî (kaddesallahü sırrahül azîz) den sonraki halkaları Seyyid Abdullah Şemdinî, Seyyid Tâhâ-i Hakkârî ve kardeşi Seyyid Muhammed Sâlih (rahmetullahi aleyhim ecmaîn) kabirleri Nehri’de. “Nehri’ye nur yağıyor efendim” buyurmuşlardı. Yollarına düşüp, izlerini öpmek, oralarda birkaç nefes almak ne güzel olurdu. Zaman ve zemin müsait değil. Gönlümüz orada. Bir başka seferde inşallah nasip olur. O taraflar ufkuna bakıp, iç geçirdik. Biz gidemesek da Fâtihalarımız ulaşır. Okuduk…
Öğle namazımızı Bitlis Büyük Câmi’de kıldık.
Muş Ovası geniş ve düz. Ama Muş yolu yokuş! Seyyid Fehim hazretlerinin bir ara “Mutavvel” dersi aldıkları hocaları Molla Resûl-i Sibkî’nin kabrini sorduk. Kimse bilmiyordu. Ararken kardeşim Resûl beyin gözüne ilişti. Alâeddin Camiînin giriş kapısı yanında kabrini ziyâret edip, fâtiha okuduk.
Bingöl’e vardığımızda akşam olmuştu. Şehre girmedik, benzin istasyonunda namazlarımızı kılıp yola devam ettik. Yolda rastladığımız jandarmalar hayret edip “çoluk çocuk ne cesaretle(!) bu yollara düştüğümüzü” sordular ve ilâve ettiler “daha dün bu yollarda soygunlar oldu. Grup yapıp refakat ediyoruz” dediler. Beklemedik, 23.00 sıralarıydı Elâzığ’a vardık. Çatalca’dan askerlik arkadaşım Ahmet Turgal Bey bekliyordu…
Ertesi gün Keban Barajını gezdik. 1008 Evler ve yakın bir köyde kitap satışları yapıp döndük.
5 Eylül 1980, Kayseri
Malatya üzerinden Kayseri’ye ulaştık. Günlerden Cuma, namazdan sonra arabamızı tamir ettirdik. Z. Ruhlusaraç dostumuz bağ evinde imiş. Şehirdeki evinde kaldık. Kayseri de bizim Konya gibi, öpülesi izleri çok olan bir şehir. Dar zamana sığmaz. Bir başka vakitte inşallah buranın manevî havasını doya doya teneffüs etmek mümkün olur. Ama bir teşehhüd miktarı da olsa Doğu Türkistan’dan hicret edip buralara yerleşmiş, İmâm-ı Rabbânî hazretlerinin torunlarından Abdülhalil Müceddidî efendileri ziyaret ettik[2]. Buralarda pek tanıyanı yok. Çin’de Mao zulmünden canlarını kurtarıp 1960’lı yıllarda Türkiye’ye hicret etmişler.
Abdülhalîl efendinin babaları, dedeleri halkı irşâd için Kâbil’den Doğu Türkistan’ın Yarkent şehrine yerleşirler. Soyları İmâm-ı Rabbânî Ahmed Fârukî Serhendî hazretlerine varır. Onların zamanında Yarkent şehri Müceddidî merkezlerinden biri hâline gelir, asırlarca Ehl-i Sünnetin kalesi olurlar. Onları dinledik, ellerini öptük, dualarını alıp yolumuza devam ettik.
1982 yılında vefat haberi geldi. Cenâb-ı Hakk onlara rahmet eylesin. Mahşer meydanında toplandığımızda bizleri Efendimizin(sallallahü aleyhi ve sellem) sancağı altında ve Müceddidî Büyüklerimizle(rahmetullahi aleyhim ecmaîn) birlikte bulundursun,  şefaatlerine kavuştursun. Âmin.
Karaman, Konya, 7-9 Eylül 1980
Kayseri, Ürgüp, Niğde üzerinden Karaman’a, baba ocağına geldik.
Büyüklerin ellerini öperek dualarını aldık. Kabristandakileri ziyaretle Fatiha okuyarak, sıla-i rahim yaptık. Tarihî mekânları gezdik. Yunus Emre (rahmetullahi teâlâ aleyh) Camiî ve kabrini, Ak Tekke Camiî ve Mâder-i Mevlâna(Mevlana Celâleddîn-i Rûmî’nin annesi) kabrini ziyâretle fâtihalar okuduk.

Ertesi gün Konya’da Sadreddîn-i Konevî, Şems-i Tebrizî ve Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî (rahmetullahi teâlâ aleyhim ecmaîn) türbelerini ziyaretle okumalarımızı yaptık. Konya’nın her toprağında öpülesi izler var. Buraların çocuğu olmamızdan mıdır, gönül ayrılmak istemiyor. Her yıl en az bir kere ziyaret etsek de yetmiyor, hasretimizi kesmiyor…
10 Eylül 1980
Alaşehir’deyiz. Resûl kardeşimin baba ocağı. Muhterem anneleri annem, babaları babam yerinde,  Akrabaları kardeşlerim. Yedik içtik, dualarını alıp İzmir/Bornova’ya döndük.
11 Eylül günü yorgunluk gidermek, evi düzene koymak için dışarı çıkmadık.
12 Eylül günü ASKERÎ DARBE olmuş, çıkamadık!
Seyahatte geçen bir aylık zamanda bazı yerlerde istesek de duramamış, bazen irâdemiz dışında acele etmiştik. Hikmeti şimdi anlaşıldı. “Allah dostlarını severseniz,  O büyüklerin himmeti yetişir bi-iznillâh” derlerdi. Yaşadık.


[1] Seyyid Fehîm Arvasî hakkında daha geniş bilgi için bakınız:
·         Süleyman Kuku(A.Fârûk Meyân): Son Halkalar ve Seyyid Abdülhakîm Arvasî’nin Külliyatı, iki cild, 1403 sayfa,  damra,  2009. Özellikle 1. Cild s:93-170.
·         Süleyman Kuku(A.Fârûk Meyân): Menkıbelerle İslâm Meşhûrları Ansiklopedisi. Berekât Yayınevi, c 2, s.771-817,
·         Hüseyn Hilmi Işık: Tam İlmihâl Seâdet-i Ebediyye; s.1169
·         Ahmed Fârûk; Eshâb-ı Kirâm. Hakikat Kitabevi Yayınları, s.332-337.
·         Doğu Anadolu(Kuzey-Güney) Evliyaları, 2. Cild, s. 320-361. Türkiye Gazetesi Yayınları, 2004

[2] Abdülhalil Halîl Mücedidî (rahimehullah) hakkında bilgi için bak: (Süleyman Kuku(A. Fârûk Meyân); Gün Batarken Gördüğüm Son Işık, damra, 2011, sayfa: 316-326).